Eylül Ayı Müze Ayı - 1

Sikago'daki son gunlerimi biraz daha verimli gecirmeye karar verdim. Gerek Kendall'in gelisi ve ondan kaptigim turist ruhu, gerek Ada'nin cok yakinda aramiza katilacak olmasi, gerek de yaklasan kis aylari bu kararimi tetikledi. Gitmedigim bi suru muze vardi, o yuzden oncelik sirasina gore hepsini sirayla ziyaret etmeye karar verdim. Her hafta bi muze secip o muzeye gittim. Iste bu blog yazisi da gittigim ilk muze olan Museum of Contemporary Photography (Cagdas Fotograf Muzesi) ile ilgili.






Coloumbia College'in 1984 yilinda kurdugu Midwest Photographers Project (MPP) (Ortabati Amerika Fotografcilari Projesi)'e ev sahipligi eden bu muze sergi bazinda calisiyor. Yani cagdas fotograf sanatcilarina bellirli araliklarla eserlerini bu muzede sergileme imkani sagliyor.

Benim gittigim zaman bir baski sanatcisinin daha dogrusu fotografin basim sonrasi haliyle ilgilenen bi sanatcinin -John Baldessari- ve bir doga fotografcisinin -Paula McCartney- sergisi vardi.

Baldessari'nin eserlerinde fotograf karesinin disina cikmanin, fotografa baska bi dil kazandirmanin cabasi var bence. Sanki bir fotograf karesi yetmemis de kafasindakileri anlatabilmek icin birden fazla kareyi ozgur bi sekilde istedigi gibi kesip bicip onumuze koymus gibi.


The Fallen Easel (Dusen Sehpa) - Bu kolajdan bi de ben kolaj yapip sadece bi kismini cektim.



Life's Balance (with Money) (Hayatin (parayla) Dengesi)

 Bazi eserlerinde ise fotografin anlatim gucunu yetersiz bulup bi de kelimelerle fotografi guclendirmeye calismak ister gibi.



Terkedilmis



Suphe

McCartney ise manzara fotograflarini daha romantik hale getirebilmek icin bu manzaralara yapma kus koymus. Fotograflarin kucuk halleriyle ne kadar belli oluyor bilemiyorum ama dallarda yapma kus mevcut (Fotograflari buyutmek icin lutfen uzerlerine tiklayiniz). Bu yapay eklemeyle, kontrollu bi deney yapar gibi, sergi izleyicisinde romantizme dair duygular uyandirmaya calismis anladigim kadariyla.







Cagdas sanati fotograf da olsa buyuk cogunlukla anlama guclugu cektigim icin bana en anlamli gelen eserleri ve bende neler cagristirdiklarini anlatmaya calistim. Saygilar, sevgiler efenim. 


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

The Big Fish


Tim Burton'dan büyüklere masallar kusagindan bi film daha. Hikayeler anlata anlata sonunda o hikayelerden birisi olup sonsuzluga dogru yol alan Edward Bloom ve bu hikayelere hic inanmayan, can sikici da olsa gercegi tercih eden oglu Will Bloom(bloom = cicek acmak; will bloom = cicek acacak)'un hikayesi bu film. Will Bloom cicek acasiya kadar yani kendi hikayelerini olusturmaya baslayasiya kadar devam eder bu macera.



Tim Burton Helena Bonham Carter'in oyunculuguna doyamamis olacak ki Alice Harikalar Diyarinda'da da kendisine yer vermis gibi sanki.

 The Big Fish'teki Cadi



Alice Harikalar Diyarinda'daki Kupa Kizi







Hayatinin askini bulmak icin 3 yil, ona tekrar kavusabilmek icin bi 3 yil bekleyen Edward Bloom ve esi Sandra Bloom yukaridaki fotograftakiler.

Film bi sürü geriye gidisli sahne icerebilmek icin akiciligindan ödün vermistir bana göre. Yani "Aaa filmin sonu nasil olacak?" diye dört gözle izlemek yerine, "ehe surasi da komikmis, su ayrinti da iyiymis" diye izliyorsunuz filmi, bi yerde sizi filme baglayan bu kucuk ayrintilar oluyor. Kücük kücük parcalardan bi bütün olusturulmus evet, ama dedigim gibi film akiciligindan kaybetmis, bana göre.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Death Note 1-2, L Change the World







Ilk iki film Death Note manga serisini sevenler icin guzel bi secim olabilir. Ama bu iki filmden alakasiz ucuncu filmden kacinin bence. Death Note'la uzaktan yakindan ilgisi yok L Change the World'un. Sanki ellerinde film artmis da bosa gitmesin filmler diye cekilmis gibi duruyor.

Bu yorum da sevgili abim icin gelsin: Ilk iki film hizli film sevenlere tavsiye edilir! :)

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Büyücü - The Magus


Kitabi okurken altini cizdigim ve buraya yazmanin anlamli olacagini dusundugum cumleler:

Ask aslinda, diger insanin icinde var olan birseyi sevmekten cok, kendi icimizde yer alan sevme kapasitesidir.


Erkekler savasi sever cunku bu onlara ciddi gorunme imkani verir. Cunku bunun, kadinlarin kendilerine gulmesini engelleyen tek sey oldugunu sanirlar. Boyle bi durumda kadinlari nesne durumuna indirgeyebilirler. Iki cins arasindaki buyuk fark da budur. Erkekler nesneleri, kadinlarsa nesneler arasindaki iliskiyi gorur. Nesnelerin birbirine ihtiyac duyup duymadigini, birbirini sevip sevmedigini ve birbirine uygun olup olmadigini. Biz erkeklerde olmayan ve savasin kadinlarin topuna birden igrence - ve de absürd - kilan bambaska bir duygu boyutudur bu. Sana savasin ne oldugunu anlatayim. Savas iliskileri gormedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur. Birbirimizle kurdugumuz iliskileri. Ekonomik ve tarihi durumumuzla iliskilerimizi. Ve en cok da hiclikle iliskimizi. Ölümle.



O meydanda secme ozgurlugu kalan tek kisinin ben oldugumu ve bu ozgurlugun ilan edilip korunmasinin sagduyudan da, kendimi kollamaktan da, evet, kendi hayatimdan da ve o seksen rehinenin hayatindan da daha onemli oldugunu gordum. .... Mantigim durmadan bu iste bir hata yaptigimi soyleyip durur. Gel gor ki benligim hala hakli oldugumu soyler bana.


... Oysa bu degistirilmezligin, bu uymayi reddedisin ne denli Yunanlilara has bir durum olduguna dair hic bisiy soylemedim sana da...


Bu deneyim mizahin ne oldugunu tam manasiyla alamami sagladi. Bu bir ozgurluk gostergesiymis. Ozgur oldugu icin gulebiliyormus insan.


Bundan sonraki alintilar fazlasiyla spoiler iceriyor:
... Tüm bunlarin Alison'la, onu secmeyle ve her gün onu yeniden secmek zorunda olusumu sürdürmemle baglantili oldugunu biliyordum. Yetiskinlik bir dagi andiriyordu ve ben bu olanaksiz ve tirmanilamaz buzdan kayaligin dibinde duruyordum: Kimseyi gereksiz yere aci cektirmemelisin.


Cras amet qui numquam amavit
quique amavit cras amet


Asla sevmeyen yarin sevecek
seven de yarin sevecek.

Kitapta gecen Villa Bourani gercekmis:
http://www.linkoping.bonet.se/sundstedt_sund/english/eng_bour.html

Fowles'un hoyrat ve bencil baskarakter Nicholas'i roman boyunca kendine getirmek icin nasil tokatladigini ("bu hikayeye inandin mi? cok yazik, dogru degildi cunku. peki ya buna? himm.. yazik bu da dogru degil") romanin sonuna dogru anliyorsunuz. Bi yandan adamin basina gelenlerin bu kadar aleni ve bazen de aci bulsaniz da sonunda bunun ne kadar gerekli olduguna inaniyorsunuz. En azindan benim icin boyle oldu.


Fowles romanin sonunu acik biraktigi icin  kitabin sonuna dair farkli yorumlar var. Yazar bu yuzden okurlardan gelen sorulara maruz kalmis. Soyle bi olay yasandigi rivayet ediliyor:

kitabın özellikle netleştirilmemiş sonu okurlarda çok büyük bir merak uyandırmış, insanların magazin damarlarını kabartmıştır. john fowles konuyla ilgili sonu gelmez sorulara hedef olmuş, bu soruların ikisini tarzını yansıtır bir şekilde şöyle yanıtlamıştır: hasta yatağında ölümü bekleyen new york'lu bir avukat, çaresizliğini ve merakını gizleyemeyen bir mektupla ve nazik bir üslupla john fowles'a romanın sonundan sonrasını sorar, fowles da adamın ruhunu dinlendirecek bir mutlu sona elbet ulaşıldığını bildirir. bir başka okur, fettan bir kadın, histerik ve cadaloz bir üslupla, biraz da yazarı kitabın sonunda böyle bir belirsizlik bıraktığı için suçlayarak, aynı soruyu yöneltir. fowles, bittabi, kadını hayalkırıklığına uğratacağını bildiği mutsuz sonu seçer mektuba yanıtında.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=5942226


 Ben bu kitabin olumlu bittigi kanisinda olanlardanim. Yani "Asla sevmeyen yarin sevecek, seven de yarin sevecek".

Fowles'un roman hakkinda bi okurla yazismasi da suradan okunabilir:
http://www.fowlesbooks.com/Letter.htm

Mektubun orjinali Austin Ransom Merkezi, University of Texas'daymis. Bu guzel tesaduf vasitasiyla bu kitabi bize vererek okumamiza vesile olan eski Teksasli Ferdi ve Yagmur'a sevgilerimizi iletmeyi borc biliriz :)

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS